DOLAR 35,4431 0.27%
EURO 36,3540 -0.47%
ALTIN 3.064,191,06
BITCOIN 33553900.33126%
İstanbul

HAFİF YAĞMUR

18:04

AKŞAMA KALAN SÜRE

Murat Yıldırım, Büşra Pekin, Erdal Özyağcılar değerlendirdi; "Aile değerlerini hatırlatma misyonuna sahip"
  • Beğen
  • Magazin
  • Murat Yıldırım, Büşra Pekin, Erdal Özyağcılar değerlendirdi; "Aile değerlerini hatırlatma misyonuna sahip"

Murat Yıldırım, Büşra Pekin, Erdal Özyağcılar değerlendirdi; "Aile değerlerini hatırlatma misyonuna sahip"

"Şam'piyonlar - Satrancın Gizemli Taşları"nda rol alan Murat Yıldırım, Büşra Pekin ve Erdal Özyağcılar, aile değerlerini işlemesi açısından çocuk filmlerinin önemli bir misyona sahip olduğunu dile getirdi

ABONE OL
Ocak 12, 2025 10:45
Murat Yıldırım, Büşra Pekin, Erdal Özyağcılar değerlendirdi; "Aile değerlerini hatırlatma misyonuna sahip"
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son yıllarda sinema sektörünün gişelerde kurtarıcısı çocuklara yönelik filmler… Çocuk filmlerinin yüksek ölçüde ilgi görmesinin nedeni ailece bir etkinlik gerçekleştirebilme olanağı sunması. Keza, sosyal medyaya teslim olunmasıyla günümüzde aile boyu bir etkinlikte yer almak için pek zaman bulunamıyor. Bir başka neden ise Türk yapımı çocuk filmlerinin eğlenceli bir hikâye eşliğinde aile değerlerini çocukların bilinçaltına iteklemesi. Bunun farkında olan aileler, çocuk filmlerine özel bir ilgi gösteriyor. “Şam’piyonlar – Satrancın Gizemli Taşları” da İş Bankası’nın katkılarıyla bu amaçla çekilerek; “Bu bir aile filmidir” söylemiyle gösterime girdi. Yapımcısının Poll Films – Polat Yağcı’nın olduğu “Şam’piyonlar – Satrancın Gizemli Taşları”nı Mustafa Kotan yönetirken, senaryosunu; Arzu Yurtseven yazdı. Başrolleri ise Murat Yıldırım, Büşra Pekin, Erdal Özyağcılar, Ezo Sunal, Mert Ege Ak, Nazlı Yağcı, Ebrar Alya Demirbilek, Ayaz Gülşen, Ali Sunal, Cihat Tamer, Sarp Leventoğlu, Sergen Yalçın paylaştı. Ajda Pekkan, Ali Poyrazoğlu, Burak Deniz, Engin Altan Düzyatan ve Kubilay Aka ise seslendirme yaptı. Başrol oyuncularından Murat Yıldırım, Büşra Pekin, Erdal Özyağcılar, Habertürk’e verdikleri röportajda açıklamalarda bulundu. • Teklif geldiği zaman hangi özellikleri sizi etkilediği için bu filmde olmak istediniz? Erdal Özyağcılar: Teklif geldiğinde “Ne güzel bir iş çıktı, yine çalışacağım, yine arkadaşlarım olacak, yine sete gideceğim” diye düşündüm. Benim karavanımın arkasında yatak var, boş zamanlarımda orada uyurum. Ön tarafta da oturma yeri var. Bir de dizüstü bilgisayarımda oyun oynuyorum. “Ne güzel bir hayat, yeniden bir şey başlıyor” dedim ve önce ona sevindim. Sonra Polat’ı tanıdım. İyi ki de tanımışım. Senaryoyu okudum. Bir de “Çocuk işi olacak. Yarısı; animasyon, yarısı da gerçek hayattan olacak” dediler. “Daha ne olsun, kaymaklı ekmek kadayıfı” dedim. Rolümü de çok sevdim. Huysuz ve tatlı bir dedeyi oynuyorum. Bir de tabii sete girince Mustafa Kotan’ı yani yönetmenimizi tanıyınca, onun tontonluğunu görünce olay bitti. Çok güzel vakit geçirdik. Çok da güzel bir film çıkardık. İnşallah yanılmamışızdır ve izleyiciler de gider ve beğenir. Çoluk çocuk ailecek gidilebilecek bir film yaptık. Murat Yıldırım: Polat Yağcı, “Baba rolü için Erdal Özyağcılar’ı düşünüyorum” dedi ve tabii bu benim için çok değerliydi. Eş rolünde Büşra Pekin’in olması da aynı şekilde… İşin içinde özellikle komedi varsa Büşra’yı orada görmeyi çok isterdim. Öyle de oldu… Senaryo ilk geldiğinde “Herhalde çocuk filmi” dedim. Okudukça bunun bir aile filmi olduğunu anlamaya başladım. Sette, önce yönetmenle anlaşmak çok önemli. Mustafa Kotan, gerçekten ne yapacağını, ne çekeceğini neye ihtiyacı olduğunu biliyordu. Aynı zamanda da bizi hiçbir şekilde kalıba sokmadan hepimizi çok özgür bıraktı. Ne alacağını biliyor derken, bizi birçok alanda serbest bıraktı fakat sonra onlardan beslenerek ortaya güzel bir aile şablonu çıkardı. Çünkü sadece o senaryodaki laflara bağlı kalıp orada yazılanların aynısını oynamaya çalışmak benim çok inandığım bir şey değil. Ya da çok provalar yaparak onu gerçek kılmaya çalışarak da başarılı olunabilir ama bizim setimizde öyle olmadı. Bizim setimizde bir senaryomuz vardı ve ona sadık kaldık. Evet ama oyuncu olarak herkes kendisinden bir şeyler kattı. Erdal Özyağcılar: Karaktere; sahnenin dilini bozmadan, daha akıcı daha günlük konuşulabilecek katkılarda bulunduk. Murat Yıldırım: Çünkü bağlarımız daha organik olmalıydı. Filmi izlediğimizde herkesin ortak söylediği bir şey vardı. Aileye çok inandık. Bu önemli bir şeydi. ‘Bir Aile Filmidir’ diye oraya yazıyorsak bunun bir aile filmi olması gerekiyor. Böyle bir sıcaklık olduğu için de çok mutluyum. Filmin çok artı tarafları var. Satrancın bu kadar ön plana çıkarılıyor olması çok değerli. Erdal Özyağcılar: Animasyondaki karakterleri konuşan arkadaşlarımız o karakterleri hakikaten tekrar yarattılar. Ali Poyrazoğlu, Engin Altan Düzyatan, Ajda Pekkan, Kubilay Aka çok büyük katkıda bulundu. Büşra Pekin: Ben de bu projeye en son dâhil olanlardan birisi oldum. Çünkü Polat ile bir türlü bir araya gelemedik. Kadroyu duyduğum zaman inanılmaz heyecanlandım. Üstüne senaryoyu okuduktan sonra ve bu tatlı animasyon karakterlerini de görünce; “Evet, nasıl yapıyoruz?” dedim. İş, hemen hızlıca o noktaya geldi. Bu film iyi bir şeye hizmet ediyor. Çocuklara ulaşabilmek benim hep hayal ettiğim bir şeydi ama öğretmen gibi bir yerden değil de hayatın içinden bir şeyler anlatmak çok hayal ettiğim ve yapmak istediğim bir şeydi. Çünkü kendimi hayat boyu öğrenci olarak nitelendiriyorum ve ben de bildiklerimi yeni kuşaklara ancak yaptığım işle anlatabilirim diye düşünüyorum. Bu film de tam buna açılıyordu. Biz ne istiyoruz? Dünyamızda ve ülkemizde her şeyi daha ileriye götürecek, aklını çok daha iyi kullanabilecek, çok daha doğru kararlar verebilecek nesiller istiyoruz ki çocuklarımızın yaşayacağı dünya güzelleşsin. Satranç da bunun aslında temel taşlarından biriymiş. Akıllı telefonlar; artık hayatımızda, bunu kabullenelim. Bunları tamamen yok sayamayız ama denge içerisine sokabiliriz. Telefonlara neden ihtiyaç duyuyoruz? Sıkılmamak için ihtiyaç duyuyoruz. Satrançta da aynı özellikler var. Hatta dikkat eksikliğini, konsantrasyonu bozan diğer etmenler gibi bir şey yok. Aksine odaklayıcı ve bir sonraki hamlenin ne olduğunu sana öğreten bir strateji geliştirme yeteneği. Bunlar hayatta her alanda kullanabilecekleri çok kıymetli bilgiler. Bu film tamamen bir satranç filmi de değil; öyle olsa sıkıcı olabilirdi. Bir aile hikâyesinin içerisinde, küçük çocuğumuzun çok tatlı bir kıza kendini beğendirme çabasıyla başladığı sonra kendini kaptırdığı ve sevdiği bir yolculuğun içerisinde satrancı görüyoruz. Aile de o sırada onunla ilgilenemiyor, öğretemiyor, o satranç taşları canlanıp fantastik bir şekilde ona yardımcı oluyor. Aslında günümüzde de bu canlanan satranç taşlarını YouTube’tan açıp kendi kendimize öğrenebileceğimiz bir video olarak da düşünebiliriz. Bir taraftan da bu aşkı gören aile aslında ona daha fazla destek olmak istediğine karar veriyor ve aile bağları kuvvetleniyor. İzleyiciler, sinemada neyi izleyecek? Çocuklar çok keyif alırken ailenin de bir taraftan onaylayacağı, kendilerinin de güleceği ve seveceği bir filmi izleyecekler. Çocuk bakacak; “Biz, annemle ve babamla aynı kafadayız, aynı şeylere gülüyoruz” diyecek ve onların da bağlarını kuvvetlendirecek. Yani çok amaçlı bir projeye hizmet ettiğimizi düşünüyorum. Çok güzel bir senaryoydu ama benim karakterime dair çok fazla iz yoktu. Biz Murat ile ekstra fazla sahnemiz olduğu için bir şeyler katmaya çalıştık. Yeni nesil anne, yeni nesil baba üzerinden bir şeyler katarak bir yandan da kendi çocuksu ihtiyaçlarımızı da doyurduk. Tüm faydalarıyla hem bize iyi gelen hem de izleyicilere iyi gelecek bir film oluşturduk. Polat Yağcı bu işe çok inandı. Mustafa Kotan, Buket Akbaba ve ekibimizdeki herkes bu işe çok inandı. Çocuk oyuncular bu işe inanılmaz emek verdiler. Çok da güzel oynadılar. Biz çıkan işten çok memnunuz. İzlediğimiz için de rahat rahat konuşabiliyoruz. Tabii bir ilk olması da çok güzel. Animasyonların Türkiye’de bu denli başarılı yapılabilmiş olması da çok güzel. Bunlar bizim gurur duyduğumuz şeyler çünkü biz istiyoruz ki her bir projemizde daha ileriye doğru gidelim. Bence bu filmde bunların hepsini yakaladık ama takdir yine izleyicilerin… REKLAM "ARADA BİR BÜYÜYORUM" • Filmde çocuklarla çalıştınız. Çocuklara bakınca insan, kendi çocukluğuna döner ya… Sizin sette çocukluğunuza dair anılarınız canlandı mı? Erdal Özyağcılar: Ben hâlâ çocuğum. Berna Laçin ve canım arkadaşım Gözde Çetiner ile 7 sene ‘Hoş geldin Boyacı’ diye bir komedi oyunu oynadık. Gözde ile Berna, beni çok iyi tanıyorlar. Bir gün Gözde, Berna ile konuşuyordu. Gözde, beni çok sever, ben antre yapmadan önce yanıma geldi. Berna da; “Gözde, senin çocuk kaç yaşında başladı? dedi, Gözde de; “Geçen mart doğum günüydü, 8” dedi. Bunu benim için söylüyorlar. Sonra gülerek gittiler. Ben o keyifle sahneye çıktım. Böyle bir olayım var. O çocuk yanımı hiç kenara bırakmadım. Her gittiğim set benim çocuk bahçem. Orada benim arkadaşlarım var, kum havuzum var, kaydırağım var, tahterevallim var. Ben sete öyle gidiyorum. Orası benim oyun bahçem, rollerim de çaput bebeklerim, ben onlarla oynuyorum. Murat Yıldırım: Bana satrancı babam 5 yaşımdayken öğretmişti. O dönemleri hatırladım. Çünkü filmdeki babam da oğluma satranç öğretmek istiyor. O anları hatırladım. Filmin bu dönemde yapılmış olmasının da enteresan bir güzelliği var. Tam da bence dönemin hastalığı olan anda olamamak ve dikkat dağınıklığıyla ilgili şeyler var. Düşünüyorum da şimdi bir baba – oğul en fazla bir maç izleyebiliyorlar. Herkesin bir arada yapabileceği bir şey kalmamış. Belki pikniğe gitme gibi şeyler yapılabiliyor ama böyle kültürel etkinliklerde herkesi kapsayabilecek bir işi yapabilmek ve ilk olmak çok güzel. Bu anlamda bir öncü olduğu için Poll Production’ı ve Polat Yağcı’yı tebrik ediyorum. Ülkemizde animasyon filmi kolay bir şey değil ama başarmışlar. Gerçekle animasyonu birleştirmişler. Bu dönemde insanları sinemaya götürmek de kolay değil. Evdeki konforlarını bozup sinemaya gidecekler, o yüzden arkasında durabileceğiniz bir iş yapmak zorundasınız. Öylesine bir film yapamazsınız, iyi bir şey olmak zorunda. Rahmetli Kemal Sunal’ın ‘Yüz Numaralı Adam’ diye bir filmi vardı. Yaptığı her reklamın arkasından ürünlerin kötü çıkması, canlandırdığı karakteri kahrediyordu. Sonra bütün gerçekleri açıklamak zorunda kalıyordu. İnanın bazen insan, kendini öyle hissediyor. Bir şey yapıyoruz ve insanlara bunun reklamını yapacağız. Burada ismimiz var, yüzümüz var. “Burada Büşra Pekin oynuyorsa o film güzeldir” diye düşünen insanlar var. O filmin gerçekten iyi olması şart, öylesine bir şey olamaz. Burada ailelerin çocuklarıyla birlikte vakit geçirmelerinin yanında satranç gibi günümüz telefon hastalığını biraz kenara bırakıp böyle öğretici bir spora yönlendirme imkânı da var. Satranç aslında kazanmanın, kaybetmenin olmadığı bir spor. Büşra Pekin: Rekabete ilgili de çok güzel şeyler anlatılıyor. Filmin aralarda belki daha boş geçilebilecek sahnelerinde bile çok önemli detaylar var. Murat Yıldırım: Hayat bir yolculuk, satranç oyunu da bir yolculuk. Piyon olarak başlayıp vezir olarak da bitirebiliyorsunuz. Hayattaki ilk hamlenizde kaybedebilirsiniz de ama pes etmemek gerekiyor. Film, bunların hepsini anlatıyor. Büşra Pekin: Doğruyu söylemek gerekirse ben de küçük bir kız çocuğuyum. Hayatı öyle yaşıyorum ama arada bir büyüyorum. Çocukluğumda hatırladığım güzel şeyler hâlâ aklıma gelir. Çok şükür kötü şeyler yok. Ben oyuncaklarla yaşayan biriyim, galaya da evden aldığım bir oyuncakla gittim. Bana gün doğdu, öyle söyleyeyim. Çocuk olmayı, çocukla çocuk değil de çocukla arkadaş olmayı seven bir yerdeyim. Murat’ın kızına aşığım, maşallah… Allah, onu korusun. O biraz daha büyüsün de onunla beraber oynayalım, vakit geçirelim diye çıldırıyorum. Murat Yıldırım: Bir de çocukla vakit geçirmek aslında büyüklere daha iyi gelen bir şey. Hep şunu derler ya çocuğu aslında biz bozuyoruz. Tepkilerinde, anda olduklarında, onu yapma bunu yapma diye korkutuyoruz. Aslında onlarla vakit geçirmek bir rehabilitasyon. "ÇOCUKLAR, KEŞKE ANNE VE BABALARI ÇOCUKLAŞTIRSA" REKLAM • Anne – baba mı çocuğu büyütür yoksa çocuk mu anne – babayı büyütür? Murat Yıldırım: Çocuklar, keşke anne – babayı biraz çocuklaştırsa. Diğer değerleri büyüdükçe zaten görüyor. “Dede nedir, anne nedir, aralarındaki ilişki nasıl, anne ve baba nelere hayır der”… Bunları yaşamında görüyor. Zaten bunlar çocuğun kendi süzgecinden ister istemez geçiyor. Bu anlamda aileler çocuklarıyla beraber bu filme gittikleri zaman bence beraber güzel ve kaliteli vakit geçirecekler. • Erdal bey, sinema sektörünün durumu ortada. İzleyici sayısı pandemiden sonra düştü. Siz; televizyonun yayıldığı döneme de video ve korsan cd dönemine de yakından tanık oldunuz? Deneyimlerinize dayanarak sizce izleyici sayısının tekrar yükselmesi için ne yapılması gerektiğini söyleyebilirsiniz? Erdal Özyağcılar: Evet, sinemada bir kariyerim var ama düşünsel anlamda, yol gösterme anlamında böyle istatistiksel ya da beyinsel bir durumum yok. Ben, sadece kendi birikimlerimle konuşabilirim. Bu cevabı vermek için sinemayla uğraşan, bu işin istatistiğini tutan, daha bilimsel bakan birinin konuşması lâzım. Ben, neticede enine boyuna bir oyuncuyum. Evet, yaşım itibarıyla bunların hepsini yaşadım ama böyle bir tavsiye vermek birkaç cümleyle olacak bir şey değil. İlk akla gelen tek söz, doğru film yaparsan, iyi film yaparsan izleyiciler gelir, yapamazsan gelmez. Bu klasiktir ama buradan yola çıkamayız. O farklı bir şey. Çünkü ortada “Bir Fransız filmi gelsin de izleyelim” gibi bir olay da yok. İtalyanların da kendi içlerinde filmleri çekiliyor ama “Şu İtalyan filmi çok güzel” deyip de gitmiyoruz. Yine varsa yoksa Hollywood var. O bambaşka bir dünya. Hem dijitalde hem sinemada beyinleri felaket çalışıyor. Yalnız hep derler ya “Yerelden ulusala geçin” diye… Ben Anadolu’da, bizim insanımızda çok hikâye olduğuna inanıyorum ama o hikâyeler nedense es geçiliyor. "ONLARI İNCELEMEK LÂZIM" • O hikâyeler, neden yeterince değerlendirilmiyor? Erdal Özyağcılar: Bu bir ön çalışma, bir kurul çalışması… Edebiyatçısı, şairi, editörü, oyuncusuyla bir kurul kurup bunları incelemek lâzım. Mesela, yazar Osman Şahin benim arkadaşım. Adamın 25 tane kitabı var. Hatırladığım kadarıyla 11 tanesi film yapıldı. Bunlar da izleyicileri çeken ve dışarıda da ödül alan filmler. Ben ille de “Romandan uyarlansın” demiyorum ama doğru senaryo hikâyesi böyle bir çalışma istiyor. “Gel şunu yapalım, şu oynasın” dediğin zaman olmuyor. Bizden bir film olması lâzım. Benim en son seyrettiğim ve gerçekten Türk filmi dediğim film ‘Mukadderat’… Ödülün ötesinde dili doğru anlatıyor ve hikâyesi doğru, çok bizden. “O DOKUYU KAYBEDİYORUZ” • Ama çok az izlendi. Sorun nedir? Erdal Özyağcılar: 75 bin ona yeter… Eğer izlenmiyorsa bu izleyicilerin eksikliği. Hikâyenin anlatılışı, hikâyenin çekimi, oyunculuklar; Türk filmi o. Türkiye’de film çekmek başka, Türk filmi çekmek başka. Türkiye’de film çekersin, ödül de alırsın, her şey çok da güzel olur ama Türk filmi farklı. Ben biraz da Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz, Şerif Gören ve Zeki Ökten ekolünden geldiğim için Türk filmi başka bir olay… Türk filmlerinin başka bir dokusu var ve onu kaybediyoruz. ‘Mukadderat’ gibi filmler olsa o 75 bin; yarın, 175 bin, öbür gün 1 milyon 775 bin Türk edebiyatına, Türk insanına, Türk hikâyelerine dönmemiz lâzım. “CEM YILMAZ, ARTIK GÜLDÜREMİYORMUŞ… GEÇİN BUNLARI” REKLAM • Tiyatroda da Türk hikâyeleri sahnelenmeye başladıktan sonra seyirci sayısı arttı… Erdal Özyağcılar: Tiyatro daha değişken bir alan. Tiyatronun klasikleri var, vodvilleri var, İtalyan yazarların yazdığı farklı şeyler var. Tiyatro daha büyük bir okyanus, ille de yerli olsun diye tutturulmaz. Murat Yıldırım: Tiyatroda zaten yabancı birisini oynuyorsunuz. Adınız ‘Richard’ ama zaten seyirci ona alışmış. Erdal ağabeyin söylediği, buradaki senaryoları okuyorsunuz, birçok senaryoda Amerikan olmaya çalışılmış ama olamamışlar. Erdal Özyağcılar: Çatışma var, heyecan olacak ama başka bir dünyanın, Türk çatışması değil. Mesela, ‘Mukadderat’ filminde karakterin kocası öldü, sabah kahvaltıda “Ben evleneceğim” dedi. Evlenmek için eşi ölmüş bir adama gitti; “Senin karın ne zaman öldü?” dedi. Adam da “Bir hafta oldu” dedi. Kadın; “Benimki de dün öldü, hadi gel evlenelim” dedi. Bu o kadar doğru bir şey ki… Karadeniz’de küçük bir kasabada yaşanıyor. Kadın haklı olarak “Ben kiminle yatacağım? Uyanınca bana kim su getirecek?” diyor. O kadar insani ki… Bu bir dram. Zaten sinema, insan dramıdır ama bu hikâyeler bizde var. ‘Mukadderat’ için de 75 bin çok iyi… Diğer tarafta 5 binler, 25 binler de var. Bir de komedileri izleyicilere geçmiş filmler var; mesela, ‘Çakallarla Dans 7’çekildi. Tabii çekilsin… ‘Recep İvedik’ çekilsin… Niye çekilmesin? Çekilecek… Buna “tu kaka” diyemezsin. Cem Yılmaz ne güzel parasını kazanıyor. Kendi yazıyor, kendi oynuyor, hiç olmazsa sinemaya bir şeyler katıyor. Filmler yapıyor, sonra parasını yine oraya aktarıyor. Bunlar güzel şeyler. Yok işte “Cem Yılmaz, artık güldüremiyormuş”… Geçin bunları… Adamın yaptığı işlere bakın. Kaçıncı filmini yaptı. Şahan Gökbakar desen öyle, Şafak Sezer de öyle… Bir ‘Kutsal Damacana’ serisi tutturdu gidiyor. İster izle ister izleme adam işini yapıyor. Sinema bu… Sen de yap dramını ama hep onun peşinden gitme. Hep ‘Recep İvedik’ yapma. Onlar da olsun. Zaten onun benzerini yapınca da 5 bin kişi izliyor. Biraz daha bizim hikâyelerimize yönelmek lâzım. Bunun da en güzel örneği ‘Mukadderat’. "YENİ DÖNEME DE UYGUN" • Sektörde, ‘Şampiyonlar’dan büyük bir beklenti var. Bu sezonun gişede yüz akı olabilecek filmlerden biri olabileceği düşünülüyor. Sen bu konuda ne düşünüyorsun? Beklenti, bir baskı oluşturuyor mu? Büşra Pekin: Hayır, hiçbir zaman, hiçbir şey bende baskı oluşturmuyor. Çünkü biz işimizi en güzel şekilde yapmaya çalışıyoruz ama bir sürü kriter var. Bu film özelinde, yazın çekimleri yaparken de aynı şey dilimdeydi. Bu filmin çok izleneceğine inanıyorum. Özellikle çocuklar için etkinliklerin bu kadar azaldığı bir dönemde ailelerin birlikte çocuklarla yapabileceği etkinlikler özelinde hem faydalı, hem de eğlenceli bir aktivite olacak. Eğer okullara ulaşırsa, özellikle okullarda da bu bilinç bir şekilde sağlanır da bir takım toplu izlemeler yapılabilirse ki bence çok mümkün. Anlattığı şeyler hem aile ilişkileri açısından hem yeni öğrenimler açısında da çok kıymetli. Ve tamamen yeni döneme de uygun. Hiç olmayan bir şeyi anlatmıyoruz. Her şey şu an olan döneme göre anlatılıyor. O yüzden bu film duyulursa çok izleneceğini düşünüyorum ki Polat Yağcı olduğu için duyulacağına olan inancımız da sonsuz. Bizim bu projeleri yapma sebebimiz, birilerine dokunabilmek, birilerine derdimizi anlatabilmek. Bir izleyici, iki izleyici, bir milyon, iki milyon izleyici fark etmez ama bu projenin şansının çok yüksek olduğunu başından beri düşünüyorum. Erdal Özyağcılar: Bir babanın ve annenin, anneannenin veya dedenin çocukları ya da torunlarıyla gidip izleyebileceği bir film olmasının ve ‘Bu Bir Aile Filmidir’ gibi afişe basarak bas bas bağırmamızın bir hikmeti olacak. Gelecekler ve beğenecekler, bana öyle geliyor. “Neymiş bu şampiyonlar, aile filmi. Murat Yıldırım oynuyor, Büşra Pekin oynuyor, yani bir şeyler oluyor” diyecekler. Başrolde bir çocuk karakterin olması da çok güzel. Animasyon karakterlerimiz de var. Konuştukları zaman onlar bizden daha çok sevildi. Ali Poyrazoğlu, Ajda Pekkan, Kubilay Aka, Engin Altan Düzyatan, konuştukları zaman bizim önümüze geçtiler. Sesleri karakterleri çok güzel canlandırdı. İnsanlar bakacak ki bir aile hikâyesi var. İzleyiciler; “Helal olsun, ne güzel filmmiş” desin diye yaptık. Böyle bir afişi, böyle insanlarla, önde anime tipleriyle gördüklerinde gelirler. Bir de sadece çocuğa ait bir şey değil hem aileyi hem çocuğu ilgilendiren harman edilmiş bir hikâye var. Büşra Pekin: Çocuğu olan çok arkadaşım var ve hepsi aynı şeyden muzdarip; bir şey olsa da gitsek diyorlar. Murat Yıldırım: Ben filmi izledikten sonra, “5 yaşında ya da daha büyük bir çocukla beraber böyle bir filme gitmek isterim” dedim. REKLAM "MEMNUN KALACAKLAR" • Son yıllarda çocuklara ve ailelere yönelik filmler, bir hayli izleniyor. Büşra Pekin: Bu istatistiksel olarak da ortada olan bir şey. Murat Yıldırım: Afişe bakıyorum, dün gündüz baktığımla bugün baktığımın arasında çok büyük fark var. Çünkü dün filmi izledim ve benim için artık o aile gerçek. Şu anda o aileyi, seviyorum. Erdal Özyağcılar: Afişe bir bakın… Orada Murat’ın şapkayı ters giymesi bile bir işaret; günümüzün baba rolünü oynuyor. Dede, kırmızı gözlüğünü takmış üstüne de sanki Sultan Reşat gibi bir şey giymiş. Orada sarışın bir kız var, onu tanıyorlar; Büşra… Çocuklar da var. Ali Sunal da orada… Bunlar çok önemli şeyler. Afişe şöyle bir baktığın zaman bir albenisi var ve uzaklaştırmıyor. Murat Yıldırım: İzleyenlerin memnun kalacaklarına inanıyorum. Özellikle çocukları böyle bir filme götürmek istersiniz. İyi bir şeye gittiğiniz zaman başkalarına, özellikle de sevdiklerinize tavsiye etmek istersiniz. Umarım çocukların faydalandığı bir film olur. Çünkü çocuk yetiştirmek kolay bir şey değil. Bir filmle bir çocuğun hayatına dokunabilirsiniz. Belki de bu filme giden bir çocuğun satranca olan ilgisi artacak ve hayatı bambaşka bir alana çevrilecek. Bu anlamda bizim yaptığımız çok güzel bir iş. Büşra Pekin: Satrancın yerine başka bir şey de koyabilirsiniz. Burada çok güzel bir şey de anlatılıyor. Çocuk, pırıl pırıl bir çocuk ama neye ilgi duyacağını bulamamış ve o ilgi duyduğu şeyin de peşinden gittiğinde ne kadar başarılı olabileceğini görüyoruz. Birisi satranç der, birisi enstrüman der, birisi matematik der… Bu pek çok şey içerebilir, yerine başka şeyler de koyabilirsiniz. "KENDİ İÇ SANSÜRLERİNİ KOYUYORLAR" • Erdal Bey, baba ve dede olmanıza dayanarak soruyorum: Günümüzde annelerin ve babaların çocuk yetiştirme konusunda kafası çok karışık. Uzmanların konuşmalarından bunu anlıyoruz… Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz? Erdal Özyağcılar: Toplumda ne olduğunu bilemem ama benim bir yaklaşımım var. Çocuklar doğduklarından itibaren karşılaştıkları kimselerle; baba, anne, teyze, hâlâ, dede, her kimse onlarla ilgili zaten içgüdüsel ve psikolojik olarak kafalarına bir şeyler yerleştiriyorlar. Kendi iç sansürlerini koyuyorlar ama anne, o iç sansüre rağmen sansür koymadığı zaman veya onunla arkadaş dost veya sırdaş olduğu zaman o zaman sevgi başlıyor. Ama bir yerden sonra annenin annelik yapacağını biliyor. Çocuk bunu bildiği halde annelik yapılırsa o zaman olay değişiyor. O zaten onda var, onu zorlayıp onun parmağını dürtmemize gerek yok. Mesela, Emrah tam anarşinin olduğu dönemde doğmuştu. Emrah’ın boyalı kalemlerle yaptığı resimler var. Bu resimlerde arabalar devriliyor, adamlar silah tutuyor. Daha 6.5 yaşında. Yalnız anne – baba ilişkisini değil, dış dünyayı da görüyor. Başka resimleri de var, inanamazsınız. Onun için çocuğu çocuk gibi görmeyeceksin, o bir birey. Onun bir ruhu var, aklı var. O, her şeyi bizden daha iyi biliyor. Babanın yerini biliyor, anneyi biliyor. Sen ona bilmiyor diye “Ben senin babanım ha!” dediğin zaman o zaman olay bitiyor. "O ZAMAN HER ŞEY DARMADUMAN OLUR" REKLAM Günümüzde; “Evin patronu çocuklar oldu” şeklinde serzenişler var… Erdal Özyağcılar: Hayır, çocuk zaten evin patronu olamayacağını biliyor. Eğer baba, ona; “Yapma, etme” demeyip de o babalığını bildiği halde dost, arkadaş, sırdaş olursa çocuk onun kıymetini normal insandan on kat daha fazla biliyor. Sadece babadan korktuğu için değil, bu sefer babayı çok sevdiği için onun istemediğini yapmıyor. Olay böyle… Bir de yaşamın içinde daha olgun yaşlarında hataları olabiliyor. Erkek çocuğun da oluyor kız çocuğun da oluyor ama o hatalardan ders çıkararak yine ailesiyle o hataları paylaşabilirse içi rahatlıyor ve bu şekilde devam ediyor. Her an ailesinin desteğini yanında hissediyor. Onu yok etmemek lâzım. Bir çocuğun yüreğindeki aile desteğini yok edersen o zaman her şey darmaduman olur. Murat Yıldırım: Mesela, ben biliyorum ki Miray’ın sürekli ekmek yemesi zararlı ama hep istiyor. çocuğun patron olmasından kastın buysa Miray’a bıraksak sabahtan akşama kadar ekmeğin her çeşidini yer. Çocuğu iyi yönlendirmek gerekiyor. Orada ailenin de bilinçli olması gerek. Bir de ailenin kendisi de ekmekle çok fazla haşır neşir olmayacak ve çocuğu da pozitif yönlendirecek. Yani ekmeğin yerine oraya çaktırmadan daha faydalı bir şey koyacak. Bu hayatta da böyle olacak. Onun yaptığı zararlı bir şeyi, hayır bunu yapma bunu yap diyerek değil de ona seçenek sunarak, çaktırmadan oraya yönlendirerek kendisinin seçmesini sağlamak, farkındalığı oluşturmak, neyin doğru neyin yanlış olduğunu göstermek mümkün. Çocuk zaten sizinle beraber öğreniyor, dolayısıyla bence kendisine çeki düzen vermesi gereken kişi insanın ta kendisi. Çocuk ona bakarken neyin doğru neyin yanlış olduğunu görüyor ve anlıyor. Tabii çocuğun eğilimlerini gözlemleyerek hayata bakış açısı ve kültürel olarak bir sürü şey daha katmanız gerekecek. En başta yargılamanın ne kadar yanlış olduğunu, ayrımcılığın ne kadar yanlış olduğunu göstermek gerek Ama bunları kendi yaşamınızda da uygulamanız lâzım. Ayarı çok iyi dengelemek lâzım, her şeyin fazlası zarar. "BURADA HEP MÜCADELE VAR" • İzleyicilerin salondan çıkarken hangi duygular içinde olmasını umarsınız? Erdal Özyağcılar: “Çok güzel bir film seyrettik”, “Benim oğlum da kızım da çok sevdi, çok güldüler”, “Film ne kadar güzeldi”, “Çocuk inat etti, çalıştı ve şampiyon oldu, gördün mü?” gibi şeyler söylemelerini isterim. Zaten bizim anlattığımız da bu… Murat Yıldırım: Gönül rahatlığıyla bu filme gitsinler isterim. Çocuk olmak şart değil, benim de hayata dair tekrar hatırladığım şeyler oldu. Hep tekrar etmek lâzım çünkü biz insan olarak unutuyoruz. Motive edici şeylerin her zaman hayatımızda olması gerekiyor. İnatçı olmamız gerekiyor. Çünkü hayat zor bir yer ve burada hep mücadele var. Bu mücadelede de inanmak çok önemli. Başarılı olmaktan ziyade sonuçta bir başarıdan bahsetmiyorum yani yolda giderken olan bir başarıdan bahsediyorum. O yolda başarıyorsun. Bu filmde de bu bence çok güzel, net ve kısa bir şekilde anlatılıyor. Büşra Pekin: Bu filmden mutlu ve keyifli çıkacaklar çünkü bizler, izlediğimiz filmdeki karakterleri kendimiz gibi görüyoruz. Kimin yolculuğunu izliyorsak aslında kendimiz o oluyoruz. Öyle filmlerde de o ve onun çevresindekiler mutlu oluyor ya sen de o anda o dopamini onlardan almış oluyorsun. Gülümseyerek çıksınlar. Mutlu bir şekilde çıksınlar. Birisi ben satranca başlıyorum desin. Diğeri ben biliyorum sana öğreteyim desin. Arada bir etkileşim, üzerine konuşulacak bir şey çıksın. Bizim aralarda çok tatlı doğaçlama olarak eklediğimiz şeyler var. Belki dillerine onlar takılacak ve birbirlerine böyle hitap edecekler. Bunlar insanların ilişkilerini, arkadaşlık bağlarını ve aile bağlarını iyi anlamda toparlayan şeyler. İyi gelen şeyler. Keyif verici bir film olduğunu ve izleyicilerin de o mutlu hissiyatla sinema salonundan çıkacaklarını düşünüyorum. "Bin yılda bir gelecek bir ışık" Haberi Görüntüle

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r